Bulgaristanda Osmanlı Eserleri
Posted by izzet GUVENILIR | | Posted on Cuma, Kasım 18, 2011
Bulgaristan’daki Osmanlı dönemine ait tüm eserlerin bir arada toplandığı rehber kitap yayınlandı. ‘Osmanlı Bulgaristanı Rehberi’ adında, İngilizce ve Bulgarca olmak üzere iki kitap halinde yayınlanan eser, kendi dalında bir ilk olma özelliğini taşıyor. Kitap, Bulgaristan topraklarında Osmanlı’nın mirasını ve yıllar sonraki durumunu konu alıyor. Bol ve kaliteli fotoğraflarla renklendirilen eser, bağımsız araştırmalar ve düşünceleri de içeriyor. Rehber, Mevlana’nın “Nerede harabe varsa, orada bir hazine yatar” sözleriyle başlıyor. Vagabond Medya Yayın Evi’nin yayımladığı kitap için Dimana Trınkova, Antoni Georgiev ve Prof. Hristo Matanov çalışmalar yaparak, Bulgaristan tarihinin az bilinen bu dönemine ışık tutuyor. Eserde, Osmanlı mimarisi hakkında bilgilerin yanı sıra, en önemli savaş kalıntıları, mabetler, köprü, kaleler, hamam, cami, kuleler ve kervansaraylar yer alıyor.
Okuyucuları Samokov, Şumen, Plovdiv, Vidin ve Sofya’daki anıtlara götüren eser, Varna ve Gotse Delçev gibi bazı yerlerde yok olmakla yüz yüze kalan yapıtları da gözler önüne seriyor. Turistlere Suvorovo ve Teketo gibi az bilinen yerleri de tanıtan eser, hem zaman hem de mekan alanında yolculuk yapılmasını sağlayarak geçmişten günümüze ışık tutuyor.
Türkiye’nin Bulgaristan Büyükelçisi İsmail Aramaz, bu eserin Bulgaristan’ın objektif bir şekilde okunmasına yardımcı olmasını ümit ettiğini söyledi. Aramaz “Kitap geçmişe değil, ileriye bakıyor. Bu da bana Churhill’in tarih hakkında söylediği sözleri hatırlatıyor. O, ‘Dün ile bugün arasında bir kavga çıkarsa, yarın kaybeder.’diyor.” dedi. Eserlerin birçoğunun kasıtlı yıkıldığını aktaran Dimana Trınkova, buna örnek olarak Varna’da Sultan İkinci Mahmut için yaptırılan çeşmeyi gösteriyor. 1834’de inşa edilen çeşmenin şu anda Varna tiyatrosunun karşısında bulunan Musala meydanında yer aldığını ve 1927 yılında esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolduğunu aktarıyor. Trınkova, çeşmenin akıbetinin üç parçaya bölünmek olduğunu belirterek “Tarih kitaplarında alınan karar yer almıyor, fakat çeşmenin birkaç parçaya ayrılarak o zamanki itfaiye atları ahırında iklim şartlarının iradesine bırakılmıştır.” diye bahsediyor. Eser, bugün üç parça olarak farklı yerlerde bulunduruluyor. 1914 yılında ulusal arkeolojik anıt ilan edilen Mahmut Çeşmesi’nin mermer kapları bugün Yunan Sveti Atanasiy Kilisesi’nde, kitabesi Arkeoloji Müzesi’nde, çeşmenin tepe kısmı ise Sultan Mahmut’un büyük babası İkinci Murat’ın Varna Muharebesi esnasında savaşı yönettiği yerde yapılan türbede bulunuyor.
Eserde, Evliya Çelebi ve Konstantin İreçek’in gezi notlarından yararlanıldı
Dima Trınkova, günümüzde bilgi edinmek adına ‘Google’ gibi birçok yöntemle internetten kaynak bulunabildiğini, fakat çoğu bilgilerin hem kıt, hem de aynı tip olduğunu aktardı. İnternetteki klişe bilgilerin hiç birinin bu kitapta yer almadığını açıklayan Trınkova, kitabın gün yüzüne çıkabilmesi için iki önemli kişiden faydalandıklarını kaydetti. 17. yüzyılda yaşamış en ünlü gezgin olan Evliya Çelebi ve tarihçi Konstantin İreçek’in gezi notlarından faydalandıklarını aktaran Trınkova, “Eserin objektif bir şekilde yayınlanabilmesi için iki şahsın katkısı çok büyük. Bugün aramızda onları görmek mümkün değil, çünkü yaşadıkları dönem bundan asırlar öncesine dayanıyor. Ben, yıllar önce Balkanlardan geçerek, hayatlarını riske atan kişilere teşekkür etmek istiyorum. Onlar sayesinde biz Bulgaristan’ın, internette göremediğiniz 400 yıl öncesini keşfettik.” diye konuştu. Tarihçiler, birçok Osmanlı eserlerin, ülkenin Avrupalılaştırma yolunda ve yeni modern şehir yapımı sırasında yıkıldığını, 60’lı ve 70’li yıllardaki birçok Bulgar şehrinin değişim geçirdiği için, aynı tip meydanların yapılması için eski binaların ortadan kaldırıldığını aktarıyor. Osmanlı mirasından kalan eserlerin bir kısmının halen kullanıldığının altını çizen tarihçi Prof. Hristo Matanov, bazılarının onarım sonrası Bulgaristan kültür siyasetine hizmet ettiğini, bazılarının ise kervansaraylar ve hamamlar gibi terk edildiğini söyledi. Her halükarda Osmanlı mirasının çok çeşitli olup, farklı hislere tercüman olacağına değinen Matanov, kitabın oluşturulmasında objektif açıyı elden bırakmadıklarını aktardı. Matanov, “Aslında Osmanlı mirası, kitapta yer aldığından çok daha geniş bir kavram. Biz yazar olarak imkanımız olmadığı için kitabı Osmanlı mirasının herhangi birşeyi olarak adlandırmak istemedik.” diye ifade etti.
‘Roma’ köprüleri aslında Osmanlı zamanından kalma
Kitabın önsözünde Bulgaristan’ın 500 yıllık Osmanlı tarihinin bir parçası olmasına rağmen, topraklarında çok az sayıda Osmanlı eserinin varlığına dikkat çekiliyor. Eski cami, çeşme ve bazı binalar dışında birçok vatandaş Osmanlı zamanından kalan eserleri saymakta güçlük çekiyor. Osmanlı’nın maddi ve maddi olmayan kültür mirası gölgede kalıyor. Buna göre, çok az kişi Sofya’daki en güzel kiliselerinden birinin aslında bir cami gibi inşa edildiğini ve bunu en ünlü Osmanlı mimarının yaptığını biliyor. Ülkedeki çok sayıda eski ‘Roma’ köprülerinin aslında Osmanlı’ya ait olduğunu yine çok az kişi biliyor.
Kitabın ilk sayfalarında ülkedeki Osmanlı miraslarının haritası bulunurken önsözünde, günümüzdeki bilgi çarpıtılmasına şu şekilde dikkat çekiliyor: “Osmanlı mirası isimlerinin ‘kimlik’ kaybetmesi söz konusu. Mesela Rodoplarda yaptığınız gezide muhteşem köprülerin aslında ‘Roma’ köprüleri olarak adlandırıldığını göreceksiniz. Romalıların tarihe karışmasından asırlar sonra yapılmış olsalar dahi. Aynı zamanda Plovdiv’deki Çifte Hamam’ın Banya Starinna olarak isimlendirildiğinin bilinmesi gerek. Bu açıklamalar doğrultusunda, dini hoşgörü ve çok kültürlü yaşamın Bulgaristan topraklarında, Batı’da konuşulmaya başlamadan uzun zaman önce hayat sürdüğünü hayal etmemiz zor oluyor. 14-15. yüzyılda başlayan Osmanlı hakimiyeti sayesinde veya ona rağmen, Balkanlar ve Bulgaristan, Batı Avrupa’daki dini savaşlara karışmadı. Balkanlarda farklı din ve kültürler asırlarca beraber boy gösterdi. Hatta yarımada, kendi ülkelerinde zulüm gördüklerinden dolayı başka millet ve ırklara sığınak haline geldi. Portekiz ve İspanya’dan kaçan Yahudiler gibi…. Lingvistik ve kültür izolasyonundan dolayı uzun zaman Osmanlı mirası dış dünyaya yabancı kaldı.”
Comments (0)
Yorum Gönder