Hayatın sillesini ye bakalım, noluyo

Posted by Dilek ALTUN GENÇALP | Posted in , , | Posted on Çarşamba, Aralık 23, 2009

Adem oğlullarından birisi hayata talihsiz bir başlangıç yapmıştır ve bu talihsizlikler zinciri ve bu adem oğlunun, ne de yakınlarının çoook uzun bir zaman peşini bırakmayacaktır. Ama hikayesi anlatırken tüm bunlardan olması gerektiği kadar kötü etkilenmemeye çalıştığını hissedebilirsiniz. Bir nevi Polyana'cılık oynarmış gibi. Bu arada unutmadan söyliyeyim, bu gerçek bir yaşam öyküsü.

Hayatının geri kalan bölümünü etkileyecek olan söylev sanatına yatkınlığını ve yeteneğini ilkokul sıralarında keşfeder. Vurguları, yüz ifadeleri, beden dili ve koordinasyonu, sahne hakimiyeti, inandırıcılığı tamdır. Herşeyi yoluna koyacak bir şans yakaladığını düşündüğünde, o zaman için talihsizlikler zincirine eklenen yeni bir halka olarak gördüğü sözleri, üniversitenin Hitabet Bölümü Başkanı beynine kazır:
"Hazır değilsin.
Önce git, hayatını yaşa, içini doldur.
Neyin önemli olduğunu bul, bakış açısı kazan.
Ve, söyleyecek birşeylerin olduğu zaman tekrar gel."

Bizimki, o sinirle, 'bakış açısı' kazanmak için Vietnam'a gider ve burnunun dibinde patlayan bir bomba neticesinde yarı sağır olarak döner; işitme cihazları da işine yaramayacatır. Belli frekansdaki sesleri duyamayacaktır artık. Ayrıca, benim de 2. beyin ameliyatımdan beri yaşadığım problem, kulak çınlaması, hediyesi oluverir. Ben mesela, kafamı belli bir açıda tuttuğum zaman kısa süreliğine de olsa çınlamayı durduruyorum, ama her zaman işe yaramıyor. Bu adem oğlunun çınlaması ise duşa girince, akan suyun altındayken duruyor. Her neyse konuyu uzatmayayım. Asıl mesele bunlar değil çünkü.

Bir yandan, kendisi gibi savaşın neden olduğu 'yaraları' sarmaya çalışanlarla tanışır, diğer yandan üniveristeye kaydolur; zorlandığını fark edince dudak okumayı öğrenir. Üniversitenin kafeteryasında, belki de hayatının gidişatını değiştirecek kişiyle tanışır. Bu zeki zat, Serebral Paralize (SP)'den (doğum öncesi, doğum sırasında ya da sonrasında herhangi bir nedenle beyinde oluşan bir hasar sonucunda çıkan hareket ve duruş bozuklukları) musdarip. Bu rahatsızlığı, konuşmasına ekstrem derecede bir nevi kekemelik olarak yansımış. Tedavilerim sırasında az da olsa SP'li kişiye rastladım, şunu söylemem lazım ki, Michael Sheen rolün hakkını vermiş. Hikayeye dönersek, enteresan bir çift oluyorlar: sağır olan duyduğu için mutlu, SP'li olan birisi onu anladığı için mutlu. Hayatın küçük şakalarından biri olarak kabul edilebilirdi, ta ki kendini bilmez insanlar tarafından 'ucube' benzeri sıfatlar yakıştırılıncaya kadar.
Biliyorsunuz, geçtiğimiz Cumartesi günü Mecidiyeköy'de, metrobüslere ulaşmaya çalışırken yaşadıkları sıkıntıları gözler önüne sermek için toplanan bir grup Özürlüler Vakfı üyesi bin beteriyle karşılaştılar. 'Sağlam' olarak sıfatlandırılan yurdum insanları, tekerlekli sandalyedeki 'ucube'lere hönkürdü:

"Ne işiniz var sokaklarda!"


O yetmedi, ezilme tehlikesi geçiren özürlülere bir tokat da yardım istedikleri polisten geldi:

"Siz başlattınız, niye yardım edelim!"

Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nun en birinci maddesi, sanki, şahıs emniyetini koruMA, yardım isteyenlere muavenet (yardım) etME der!!! İşte, böylece memlekette beraber yaşamaya çalışıyoruz raporsuz 'akılsız' ve fakat 'sağlam'larla. Evet, alenen 'akılsız' diyorum ben bu tiplere; aklı olan o sözleri sarf etmez, öyle bakmaz olaya. Aklı olan bilir ki, herkes gibi kendisi de potansiyel bir engellidir. Kayak yaparken dengeni kaybedersin, al sana baldırından aşağısı ampute, fabrikada dişlileri tamir ederken elini kaptırırsın, al sana dirsekten ampute, caddede karşıdan karşıya geçerken freni patlamış araba çarpar, ya da bende olduğu gibi beyninde tümör olur, al sana spasite soslu parapleji, hiçbiri olmasa uyursun, uyanırken al sana paralizi...

Filmin 46.cı dakikasında bu ekstrem ikilinin girdikleri bir restoranın duvarında şu yazı vardı:

'We reserve the right to refuse to service to anyone.'
'İstediğimiz kişiye servis yapmayabiliriz.'

Film Amerika'da ve 1970'lerde geçtiği için ırkçılıkla ilgili olduğunu düşünebilirsiniz, ama 'ANYONE'ın içine siz, eşiniz, kızınız-oğlunuz, anneniz-babanız bile girebilirdi, benden söylemesi. Nitekim burada da bizim ikili oluyor 'ANYONE'. Bunun ötesinde garson kız, SP'liye hayatında gördüğü en çirkin yaratık olduğunu, onun gibilerin doğarken ölmesi gerektiğini, o yakınlarındayken 'normal' insanların nasıl yemek yemesini beklediğini, 'normal' insanların onu görmemesi bile gerektiğini, hemen gitmezlerse polis çağıracağını söyler. Tıpkı yukarıdaki yurdum insanlarımız gibi... Ve o gece garson kız polisleri çağırdığında, polisler, bizim ikiliyi 'Ugly Law' olarak bilinen, hastalıklı, şekilsiz ve/veya sakatların toplum içine çıkmasını yasaklayan kanunu ihlal etmekten tutuklarlar. Neredeyse yukarıdaki yurdum polislerimiz gibi...

Öncesinde yaşadıkları ve tuzu-biberi olan bu olaydan sonra, sağır olan adem oğlu neden dünyaya geldiğinin yanıtını, kısacası hayatının amacını anlamıştır. Hayatının amacını bulmak işin en önemli kısmı olabilir, ya sonrası? Ne yapmamız gerektiğini keşfettikten sonraki adımlar daha mı kolaydır, yoksa işler gittikçe zorlaşır mı? Bu tamamen bizim elimizdedir, yani demek istiyorum ki işleri kolaylaştıran da zorlaştıran da, bizleriz. İtirazlarınızı duyar gibiyim, peki ya bizim dışımızda gelişen, kontrol edemeyeceğimiz olaylar, diğer insanlar ve onların aksiyonları... Filmi, hatırlarsanız gerçek yaşam öyküsüydü, bu itirazlarınız ışığına seyretmenizi istiyorum. Sonra, itirazlarınızı bir kez daha, M. Kemal Atatürk'ün şu sözlerindeki bakış açısıyla, ciddi ciddi düşünmenizi istiyorum:


"Zafer, zafer benimdir, diyebilenindir.
Başarı, başarılı olacağım, diye başlayanın ve
başardım, diyebilenindir."


Music Within (2007)


Yönetmen: Steven Sawalich
Oyuncular: Ron Livingstone (Richard), Michael Sheen (Art), Melissa George (Chiristine), Hector Elizondo (Dr. Padrow)
Ödüller: AFI Dallas Int. Film Festivali, Audience Ödülü; AFI Dallas Int. Film Festivali, Star Ödülü, Palm Springs Int. Film Festivali, Best Of Fest

Comments (0)