Evet - Hayır penceresinden eğitim
Posted by avni engullu | Posted in Avni Engüllü, eğitim, makedonya | Posted on Pazar, Ağustos 16, 2009
Eğitim derken, konunun başlıktaki haliyle, o, bunun gecikmeyle ele alındığına bir çağrışım yapabilir. Makedonya gazetelerinde bu konuda eskiye dönüş yapıldığında bu konudan hiç ayrı kalınmadığı görülecek. Hatta yeri geldiğinde değişik yaklaşımların olduğu da izlenecektir. Hala düzen geçişi içinde bulunan Makedonya Cumhuriyeti’nde bu konunun ele alınmasında hep 'eski sistem - yeni sistem' anlayışına bağlı yaklaşımlarda kalındığı da gözlenecektir. Bu sadece bir gazetede değil her gazetede de aynıydı. Üstelik hala aynı!… Konuyla ilgili yaklaşımlar farklı olabilir, ama durum aynı olduğundan meseleye yaklaşım da aynıdır.
Buradan giderek eleştireceğimiz sistem değil, biziz! Eleştirilere açık olunduğu sürece de meselelerin aşılması hem daha rahat olur, hem de daha kolay.
Üstelik eski sistemde de camiler, kiliseler ibadete açıktı. O sistemde de camilere, kiliselere giden vardı. O sistemde ibadetlerini yerine getirenler vardı. O eski sistemde bütün zorluklara rağmen bir din eğitimi de vardı. İster evlerde yapılmış olsun, ister camilerde, din eğitimi vardı. Hatta hiç ara verilmeksizin vardı… Öyleyse sorun eski sistemde değil, eski kişilerde!
Burada bunu bir yaşantımla örneklemek istiyorum: Sene 1957… 1956/57 öğretim yılı. Olay yeri 1954 yılında bu okula yazıldığımda adı ‘Yeni Hayat’tan değiştirilen ‘Vuk Karaciç’ İlköğretim Okulu… Rufiye Öğretmenin sınıfındaydım. Beden eğitimi dersini okul avlusunda yapıyorduk. Mamure Öğretmenin öğrencileriyle birlikteydik. Ramazanın ortalarında bir yerdeydik. Bir anda (çocukları ve torunları olduğundan adını açıklamayacağım) erkek öğretmenlerden 'o', kendi öğrencilerinden birini ensesinden yakalamış, okul avlusundaki çeşmeye doğru sürükleye sürükleye getirdi… Rufiye ve Mamure Öğretmenlerin 'yapma, etme' gibisinden yalvarma ve yakarışlarına rağmen, 'o'nun, dokuz yaşlarında oruçlu olduğu anlaşılan ve başını zorla, çeşmenin altına sokulmasına karşı koyan öğrencinin, bir anda ağzını çeşmeye çarpması sonucu yüzünün kana boyandığını gördük… Öğretmen çocuğun orucunu bozabildiğini sanıyordu…
Benzeri örnekleri sıralayabilecek olanlar çıkabilir. Ancak buna rağmen aramızdan hafızları yetiştiren dini hocalarımızın olduğunu da unutmayalım. Bizleri bayram günleri kır gezintilerine götüren okul müdürlerini de… Burada belirtmek istediğim sorunun sistemde değil onu yapan insanlarda olduğudur.
Bunca kısa zamanda ileri geri gitmelerin esasında sadece sistemin değil, yine kişilerin yattığı gözlenmektedir.
Ancak tekrar 'evet'e gider ayakta din eğitimi derken bunu nasıl algıladığımız da önemlidir. O zaman az olsa bile bu iki kelimede de duralım. Dururken de kendimizden hareket edelim. Evrenin en bileşik varlığı olan insandan hareket edelim… Onu yaratanı düşünelim… Bunu yaparken de insanın içinde bulunduğu evrenin, evrenlerin, her şeyin bir düzen içinde yaratıcısının da aynı kuvvet olduğu, sonucuna varacağız kolayca… O zaman insanın, insanların, evrenin, evrenlerin yaratılmasının bir rastlantı olmadığı, mutlak varlığın yarattığı bu düzenin öğrenilmesinin, okunulmasının da gerekliliği kendini gösterecektir. Bunu böyle algılayarak ancak, o varlığın yarattığı düzeni anlatan din’i de anlamış oluruz. Konuya bu yönüyle yaklaşırken çıkaracağımız sonuç, din’in, Yaradan’ın yaratmış olduğu düzenden başka bir şey olmadığıdır. Buradan giderek din eğitiminin aslında Onun yaratmış olduğu düzeni öğrenme, okuma eğitimi olduğu sonucuna varmamız doğaldır.
Meselenin hemen ardından bir soru çıkabilir haliyle: Ama nasıl bir din eğitimi…
Makedonya Cumhuriyeti örneğinde gerçekten nasıl bir din eğitimi sorusunun sorulmasına iteleyen sebepler az değil! Zaman zaman çekişmelerin belirmesinin temelinde milli ve dini farklılıkların bulunduğu izlenmektedir. Bunlardan ikincisinin ağırlıklı olduğu görüldüğünden, aynısının, dinin gerektiği gibi hem okunmamasında hem de okutulmamasında yattığı görülecektir. O zaman bunun cevabını vermeye koyulurken, bizde sadece ibadet bilimine değil din bilimine önem veren bir din eğitiminin verilmesinin gerektiği gözlenecektir. Üstelik bilimin esaslarına dayanan bir eğitim programının, din eğitimini de kapsamaması aslında genel eğitimin bir bütünlük olmaktan uzak bir yerde boşlukta uçmasına yol açmaktadır. Kaldı ki, bilimlerin tümünü kapsayan din bile bunun öyle olmasını istememektedir. Sözü bağlarken, bizde din eğitimine büyükçe bir 'evet' derken, her türlü yan çizmelere 'hayır'ı da hatırlatmak isterdim.
Eski sistem - yeni sistem
Sanırım bu konuya her zaman için açıklık getirmek gerekir. Hep düşünürüm: eski sistem mi vardı, eski kişiler mi… Doğru olanı eski bir sistem de vardı, eski kişiler de… Ama bu sistem ve kişiler bağlamında öyleme geliyor ki, o eski sistemi yapanlar vardı en çok. Bugün yeni sistemi yapanlar gibi. Ancak bu yeni sistemi yapanlar biziz. Eski sistemi yapanlar gibi… Demek oluyor ki, yeni sistemde biz varız, eski sistemde olduğu gibi… Yalnız bir farkla: eski sistemler eskimiş, bizler gibi… Yeni sisteminse 'eskimiş' bizlerle ne kadar ve nasıl yeni olabileceği ayrı bir mesele… Hem de nasıl bir mesele!Buradan giderek eleştireceğimiz sistem değil, biziz! Eleştirilere açık olunduğu sürece de meselelerin aşılması hem daha rahat olur, hem de daha kolay.
Üstelik eski sistemde de camiler, kiliseler ibadete açıktı. O sistemde de camilere, kiliselere giden vardı. O sistemde ibadetlerini yerine getirenler vardı. O eski sistemde bütün zorluklara rağmen bir din eğitimi de vardı. İster evlerde yapılmış olsun, ister camilerde, din eğitimi vardı. Hatta hiç ara verilmeksizin vardı… Öyleyse sorun eski sistemde değil, eski kişilerde!
Burada bunu bir yaşantımla örneklemek istiyorum: Sene 1957… 1956/57 öğretim yılı. Olay yeri 1954 yılında bu okula yazıldığımda adı ‘Yeni Hayat’tan değiştirilen ‘Vuk Karaciç’ İlköğretim Okulu… Rufiye Öğretmenin sınıfındaydım. Beden eğitimi dersini okul avlusunda yapıyorduk. Mamure Öğretmenin öğrencileriyle birlikteydik. Ramazanın ortalarında bir yerdeydik. Bir anda (çocukları ve torunları olduğundan adını açıklamayacağım) erkek öğretmenlerden 'o', kendi öğrencilerinden birini ensesinden yakalamış, okul avlusundaki çeşmeye doğru sürükleye sürükleye getirdi… Rufiye ve Mamure Öğretmenlerin 'yapma, etme' gibisinden yalvarma ve yakarışlarına rağmen, 'o'nun, dokuz yaşlarında oruçlu olduğu anlaşılan ve başını zorla, çeşmenin altına sokulmasına karşı koyan öğrencinin, bir anda ağzını çeşmeye çarpması sonucu yüzünün kana boyandığını gördük… Öğretmen çocuğun orucunu bozabildiğini sanıyordu…
Benzeri örnekleri sıralayabilecek olanlar çıkabilir. Ancak buna rağmen aramızdan hafızları yetiştiren dini hocalarımızın olduğunu da unutmayalım. Bizleri bayram günleri kır gezintilerine götüren okul müdürlerini de… Burada belirtmek istediğim sorunun sistemde değil onu yapan insanlarda olduğudur.
Ve bugün…
Bugün derken onun 1990 yılından sürdüğünü unutmamalıyız. 45 yıl kadar süren dünümüzden epeyce daha kısa bugünümüz. Kısa üstelik biraz da boş. Dolması gereken boşlukların doldurulmasında sanki aceleye gerek yokmuş gibi bir davranış var. Hükümet din eğitimini henüz oturtmuşken, bu eğitime yeni içeriklerin kazandırılmasına götürecek çözümler beklenirken, beklenmedik bir anda MC Anayasa Mahkemesi meclisten geçen ve dini eğitime kapıları açan bu yasanın ömrünü uzatmadı.Bunca kısa zamanda ileri geri gitmelerin esasında sadece sistemin değil, yine kişilerin yattığı gözlenmektedir.
Sonuç
Evet, din eğitimine kapıların, yeniden açılmak üzere aralandığı gözüküyor.Ancak tekrar 'evet'e gider ayakta din eğitimi derken bunu nasıl algıladığımız da önemlidir. O zaman az olsa bile bu iki kelimede de duralım. Dururken de kendimizden hareket edelim. Evrenin en bileşik varlığı olan insandan hareket edelim… Onu yaratanı düşünelim… Bunu yaparken de insanın içinde bulunduğu evrenin, evrenlerin, her şeyin bir düzen içinde yaratıcısının da aynı kuvvet olduğu, sonucuna varacağız kolayca… O zaman insanın, insanların, evrenin, evrenlerin yaratılmasının bir rastlantı olmadığı, mutlak varlığın yarattığı bu düzenin öğrenilmesinin, okunulmasının da gerekliliği kendini gösterecektir. Bunu böyle algılayarak ancak, o varlığın yarattığı düzeni anlatan din’i de anlamış oluruz. Konuya bu yönüyle yaklaşırken çıkaracağımız sonuç, din’in, Yaradan’ın yaratmış olduğu düzenden başka bir şey olmadığıdır. Buradan giderek din eğitiminin aslında Onun yaratmış olduğu düzeni öğrenme, okuma eğitimi olduğu sonucuna varmamız doğaldır.
Meselenin hemen ardından bir soru çıkabilir haliyle: Ama nasıl bir din eğitimi…
Makedonya Cumhuriyeti örneğinde gerçekten nasıl bir din eğitimi sorusunun sorulmasına iteleyen sebepler az değil! Zaman zaman çekişmelerin belirmesinin temelinde milli ve dini farklılıkların bulunduğu izlenmektedir. Bunlardan ikincisinin ağırlıklı olduğu görüldüğünden, aynısının, dinin gerektiği gibi hem okunmamasında hem de okutulmamasında yattığı görülecektir. O zaman bunun cevabını vermeye koyulurken, bizde sadece ibadet bilimine değil din bilimine önem veren bir din eğitiminin verilmesinin gerektiği gözlenecektir. Üstelik bilimin esaslarına dayanan bir eğitim programının, din eğitimini de kapsamaması aslında genel eğitimin bir bütünlük olmaktan uzak bir yerde boşlukta uçmasına yol açmaktadır. Kaldı ki, bilimlerin tümünü kapsayan din bile bunun öyle olmasını istememektedir. Sözü bağlarken, bizde din eğitimine büyükçe bir 'evet' derken, her türlü yan çizmelere 'hayır'ı da hatırlatmak isterdim.
Eğitim buradaki ilk yazınız oldu Avni bey. Blog ve sizin için hayırlı olmasını dilerim.