Katil uşakmış meğer
Posted by Dilek ALTUN GENÇALP | Posted in beğendiğim filmler, Dilek Gençalp, sinema | Posted on Pazartesi, Mart 29, 2010
Bu film de halet-i ruhiyemin gazabına uğrayanlardan. Geçen günlerden bahsediyorum. Hani bütün yazılarımın elime yapıştığı... İşte bu film de tıpkı o yazılar gibi elime yapışmıştı. Kaç kez seyretmeye başladım anlatamam. Kimisinde uyudum, kimisinde ekrana bakarken bambaşka düşüncelere dalmış buldum kendimi. Kimisinde de içim istemedi ki, seyredeyim. Halbuki bu aralar en çok görmek istediğim belgesel filmdi bu. Neyse ki sonunda başardım.
Akıl almaz bir cinayetin belgeseli bu. Cinayet hafif kaldı, yapılan resmen katliam. Yediden yetmişe herkesin sevgilisi, göz göre göre katledilmiş. ''Nasıl olabildi?'' sorusunun yanıtı, katliamın sorumluluları, önlemek için çırpınanlar bu belgesel filmde aranıyor, anlatılıyor.
Geleneksel İskoç kıyafetleriyle gayda çalan bir kişi, cenaze konvoyunun en önünde ilerliyor. Siyah örtüyle kaplanan tabuta ağlayarak çiçek bırakanlar, ''Bugün burada...'' diye başlayan ve mevtanın sevenlerinin yaptığı bazen içinizi burkan, bazen de törendekileri ve hatta sizi bile güldüren konuşmalar ve anlatıcı olarak Martin Sheen'in sesi eşliğinde, bunun herhangi bir cenaze töreni olmadığı hissini hemen yakalıyorsunuz.
Mevtanın doğumundan ölümüne kadarki yaşamı ele alınıyor ilk bölümde. O kadar sade, iyi niyetli yaşanan bir ömür... Onu tanıma şansını elde etmiş olanlar için ise, karmaşadan, her türlü kirden uzak kalabildiği, basitliğin yaşandığı bir dönem. Basitlik derken, asla bayağılık anlamında değil. Tıpkı arabanızın kaputunu açtığınız zaman gördüğünüz tüm o kalabalığın, motorundan bujisine, distribütöründen aküsüne, olmadığı bir basitlik. Buna karşın arabanızın işlevinden herhangi bir şey yitirmemiş olmasını sağlayan bir basitlik. Kıskandım. Bakın açıkça söylüyorum, onu tanıyanlardan biri olmak isterdim.
Reenkarnasyona inanır mısınız? Bu belgesel filmi seyredince, aklınıza düşecek, bana güvenin. Çünkü, belgeselin kahramanı, bundan 100 yıl önce de yaşamış! Kanıtı ise belgeselde gösterilen yıllarca öncesine ait kamera görüntüleri ve bir kadın. Ekranda gördüğümüz bu kadın, şu an neden ona bakıyor olduğumuzu şöyle açıklıyor:
General Motors'un elektrikli arabası EV1'in olağan şüphelilerinin peşinden gitse de, Honda ve Toyota'nın ürettiği elektrikli araçları ve onların nasıl katledildiklerini de ortaya çıkartıyor. Pekii yüz yıldan sonra, kimler ruh çağırma seansı düzenledi? Katliamı çözmeniz için bir ipucu da veriyorum: katil veya katiller ruh çağırmaya katılanlar arasında ve dışarıda işbirlikçileri de var!
Akıl almaz bir cinayetin belgeseli bu. Cinayet hafif kaldı, yapılan resmen katliam. Yediden yetmişe herkesin sevgilisi, göz göre göre katledilmiş. ''Nasıl olabildi?'' sorusunun yanıtı, katliamın sorumluluları, önlemek için çırpınanlar bu belgesel filmde aranıyor, anlatılıyor.
Geleneksel İskoç kıyafetleriyle gayda çalan bir kişi, cenaze konvoyunun en önünde ilerliyor. Siyah örtüyle kaplanan tabuta ağlayarak çiçek bırakanlar, ''Bugün burada...'' diye başlayan ve mevtanın sevenlerinin yaptığı bazen içinizi burkan, bazen de törendekileri ve hatta sizi bile güldüren konuşmalar ve anlatıcı olarak Martin Sheen'in sesi eşliğinde, bunun herhangi bir cenaze töreni olmadığı hissini hemen yakalıyorsunuz.
Mevtanın doğumundan ölümüne kadarki yaşamı ele alınıyor ilk bölümde. O kadar sade, iyi niyetli yaşanan bir ömür... Onu tanıma şansını elde etmiş olanlar için ise, karmaşadan, her türlü kirden uzak kalabildiği, basitliğin yaşandığı bir dönem. Basitlik derken, asla bayağılık anlamında değil. Tıpkı arabanızın kaputunu açtığınız zaman gördüğünüz tüm o kalabalığın, motorundan bujisine, distribütöründen aküsüne, olmadığı bir basitlik. Buna karşın arabanızın işlevinden herhangi bir şey yitirmemiş olmasını sağlayan bir basitlik. Kıskandım. Bakın açıkça söylüyorum, onu tanıyanlardan biri olmak isterdim.
Reenkarnasyona inanır mısınız? Bu belgesel filmi seyredince, aklınıza düşecek, bana güvenin. Çünkü, belgeselin kahramanı, bundan 100 yıl önce de yaşamış! Kanıtı ise belgeselde gösterilen yıllarca öncesine ait kamera görüntüleri ve bir kadın. Ekranda gördüğümüz bu kadın, şu an neden ona bakıyor olduğumuzu şöyle açıklıyor:
''Buradayım, çünkü elektikli araba çağını şahsen görmüş olacak kadar yaşlıyım!''İşte bu yüzden, bana güvenin, demiştim. Bugün kullandığımız arabalarımızın atalarının sayısı, bir zamanlar elektrikli arabaların sayısından daha azmış! Elektrikli arabalar ilk kez 1920'lerde öldürülmüş ve yok edilmiş. İkinci kez hayata gelmeleri 1990'dan sonrasına, yine yeniden topluca öldürülmeleri de ikinci milenyumun ilk yıllarına denk gelir. Bu yaşanan 'Adeta soykırım!' değil, gerçek soykırımdır. Ve en nihayetinde, hayatta kalmayı başaran en son elektrikli araba, 2005 yılında yok edilir ve bu güzel fikir tarihin tozlu sayfalarındaki yerini alır.
General Motors'un elektrikli arabası EV1'in olağan şüphelilerinin peşinden gitse de, Honda ve Toyota'nın ürettiği elektrikli araçları ve onların nasıl katledildiklerini de ortaya çıkartıyor. Pekii yüz yıldan sonra, kimler ruh çağırma seansı düzenledi? Katliamı çözmeniz için bir ipucu da veriyorum: katil veya katiller ruh çağırmaya katılanlar arasında ve dışarıda işbirlikçileri de var!
Bu seansın 'medyum'u rolünde otomobil üreticilerini görüyoruz. Fakat, bunlar biraz beceriksiz medyumlarmış ki, ruh gelince seansı orta yerinde bırakıp, arkalarına bile bakmadan kaçıyorlar. Sadece kaçmakla kalsalar yine iyi! Ruhu, abilerine, ablalarına şikayet ediyorlar; abiler-ablalar da 'Ghostbusters'ı çağırıp, bu iyi ruhu karanlığın derin sularına gömdürüyorlar. Nasıl mı? Hemen anlatayım: Otomobil üreticilerine göre, tüketiciler, elektrikli arabaları pil ömrünü (60 mil) kısa buldukları için tercih etmiyorlardı. Halbuki piyasada daha iyi bir pil ve teknolojisi vardı. Bu pili üreten firmayı önce General Motors satın aldı. Bu satın alma işleminden bir süre sonra, gazetelerde küçük de olsa bir haber göze çarpıyordu: GM, bu pil üreticisinin hisselerini Chevron-Texaco'ya satmıştı. Bilmeyebilirsiniz diye söylüyorum, Chevron-Texaco dünyanın en büyük petrol firmalarından birisi. Yani, kediye ciğer emanet etmiş GM. Tamamen duygusal!
Ruh çağırma seansına katılanların arasında, hatta organize eden, California Eyaleti yöneticileri de var. Bu adamcağızlar bakmışlar ki, egzos dumanından kaynaklanan hava kirliliği tavana vurmuş, şöyle bir çözüm bulmuşlar: California eyaletinde araba satmak isteyen otomobil üreticilerine, sattıkları bazı otomobillerin 'egzossuz' olmasını, yani temiz, çevreye zehirli atık salmayan araba üretmeyi kanunen şart koşmuşlar. Hatırlar mısınız, 1980'li-1990'lı yıllarda İstanbul'da sokağa maske takılarak çıkıyorduk. Gündüz gözü bile hava akşamüstü gibi kapalıydı, ve resmen kömür dumanı soluyorduk. Büyük ihtimalle bütün büyük şehirlerimiz aynı vaziyetteydi. California'dan karelerin gösterildiği sahneleri aklımda bunlarla seyrettim; bir farkla, onlar egzos dumanı soluyorlardı. Ama ne oluyor sonunda? Aynı medyum gibi, organizatör de kaçıyor ve daha fenası üç maymunu oynamaya başlıyor: görmedim, duymadım, bilmiyorum.
Ruh geldikten sonra seansa katılanlar ve ruhu orta yerde bırakmadan sahiplenenler ise müşteriler, elektrikli araba kullansın kullanmasın. Kullananlar zaten memnun, kullanmayanlar da elektrikli arabaların özelliklerini duyduklarında olay bitiyor zaten. Kim bunlar? Ülkemde çok sevilen deyimle 'sade' vatandaşlar, ve 'şekerli' vatandaşlar. Şekerlilere örnek vermek gerekirse Tom Hanks, Alexandra Paul, Peter Horton, Ed Begley Jr. Elektrikli araba kullanırken kendisini 'Batman' gibi hissettiğini söyleyen Mel Gibson'a bayıldım :)
Tüm bu insanların, sade veya şekerli fark etmez, hiçbir engelle karşılaşmadan, hiçbir politikacı tarafından 'provokasyon'la suçlanmadan, hiç kimseden ''Ananı al da git'' emrini duymadan bin bir türlü protesto eylemleri düzenlemeleri, tahmin edersiniz ki, yüreğimi kabarttı.
Elektrikli araba ruhunun bugünlerde yeniden, üçüncü kez, hayata geldiği konuşuluyor. 2020'de dünyada üretilen araçların %20'si elektrikli araba olacak, diye harika öngörüler var. Hatta üretim üssünün Türkiye olması gündemde. Bana kalırsa, üretim üssü olmakla yetinmek, ihanet olur. Belgeselde gördüğümüz gibi, elin Alan adındaki bir Amerikalısı evinin garajında elektrikli araba motoru yapabiliyorsa...
'Katil uşak' diyerek belgeseli noktalayalım. Mutlaka görüle, diye not düşelim.
"Who Killed Electric Car?" (Sony Pictures Classics-2006)
Yönetmen: Chris Paine
Ruh çağırma seansına katılanların arasında, hatta organize eden, California Eyaleti yöneticileri de var. Bu adamcağızlar bakmışlar ki, egzos dumanından kaynaklanan hava kirliliği tavana vurmuş, şöyle bir çözüm bulmuşlar: California eyaletinde araba satmak isteyen otomobil üreticilerine, sattıkları bazı otomobillerin 'egzossuz' olmasını, yani temiz, çevreye zehirli atık salmayan araba üretmeyi kanunen şart koşmuşlar. Hatırlar mısınız, 1980'li-1990'lı yıllarda İstanbul'da sokağa maske takılarak çıkıyorduk. Gündüz gözü bile hava akşamüstü gibi kapalıydı, ve resmen kömür dumanı soluyorduk. Büyük ihtimalle bütün büyük şehirlerimiz aynı vaziyetteydi. California'dan karelerin gösterildiği sahneleri aklımda bunlarla seyrettim; bir farkla, onlar egzos dumanı soluyorlardı. Ama ne oluyor sonunda? Aynı medyum gibi, organizatör de kaçıyor ve daha fenası üç maymunu oynamaya başlıyor: görmedim, duymadım, bilmiyorum.
Ruh geldikten sonra seansa katılanlar ve ruhu orta yerde bırakmadan sahiplenenler ise müşteriler, elektrikli araba kullansın kullanmasın. Kullananlar zaten memnun, kullanmayanlar da elektrikli arabaların özelliklerini duyduklarında olay bitiyor zaten. Kim bunlar? Ülkemde çok sevilen deyimle 'sade' vatandaşlar, ve 'şekerli' vatandaşlar. Şekerlilere örnek vermek gerekirse Tom Hanks, Alexandra Paul, Peter Horton, Ed Begley Jr. Elektrikli araba kullanırken kendisini 'Batman' gibi hissettiğini söyleyen Mel Gibson'a bayıldım :)
Tüm bu insanların, sade veya şekerli fark etmez, hiçbir engelle karşılaşmadan, hiçbir politikacı tarafından 'provokasyon'la suçlanmadan, hiç kimseden ''Ananı al da git'' emrini duymadan bin bir türlü protesto eylemleri düzenlemeleri, tahmin edersiniz ki, yüreğimi kabarttı.
Elektrikli araba ruhunun bugünlerde yeniden, üçüncü kez, hayata geldiği konuşuluyor. 2020'de dünyada üretilen araçların %20'si elektrikli araba olacak, diye harika öngörüler var. Hatta üretim üssünün Türkiye olması gündemde. Bana kalırsa, üretim üssü olmakla yetinmek, ihanet olur. Belgeselde gördüğümüz gibi, elin Alan adındaki bir Amerikalısı evinin garajında elektrikli araba motoru yapabiliyorsa...
'Katil uşak' diyerek belgeseli noktalayalım. Mutlaka görüle, diye not düşelim.
"Who Killed Electric Car?" (Sony Pictures Classics-2006)
Yönetmen: Chris Paine
Comments (0)
Yorum Gönder