Agora, Agora olalı...

Posted by Dilek ALTUN GENÇALP | Posted in , , , , | Posted on Cumartesi, Temmuz 10, 2010

Ademoğullarından biri, harlı ateşin önünde meydan okuyor size:

''Ben bu ateşte yanmadan yürüyeceğim, çünkü benim tanrım gerçek. Beni korur. Eğer, gerçek olan senin tanrınsa, beni tavuk gibi kızartması lazım!''
Ne yaparsınız?

Ne yapacağınızı bilemem ama, çok büyük ihtimalle 'Ne saçmalıyo bu manyak be?' ya da bu manaya gelebilecek olan daha kibar, daha terbiyesiz, daha sade, daha süslü - küfür açısından - vs bir şeyler düşünürsünüz.

Olayın günümüzde gerçekleşmesi halinde tüm bunlar geçerli, değil mi? Fakat, saatlerimiz 4. yüzyıl sonlarını gösteriyorsa, iş değişir. Hele hele, Mısır'daysak iyiden iyiye değişir. Neden? Çünkü, Roma İmparatorluğu'nun çöküşünün başladığı o tarihlerde, hikayeye ev sahipliği yapan İskenderiye'de paganlar da var, yahudiler de var, hıristiyanlar da var.

İskenderiye, sadece Fener'iyle ünlü değil, şehirle aynı adı taşıyan bir müzesi ve kütüphanesi de var. Burası aslında anatomi, fizik, kimya, tıp, astronomi, matematik, edebiyat, fizyoloji ve felsefe bilimlerinin eğitiminin verildiği tam bir bilim sitesi. Sadece kültürü, bilimi değil, dini de simgeliyor: paganlar dini ayinlerini kütüphanede yapıyorlar.

Paganlar, Yahudiler ve (yasak olmasına rağmen) Hıristiyanlar milli birlik ve kardeşlik projesi kapsamında hoşgörü yumağı şeklinde yaşayıp giderlermiş gibi yaparken, kızımız (Hypatia) ve babası bu bilim sitesinde birlikte çalışıyorlar. Baba okul yöneticisi, kızımız da felsefe öğretmeni.

Açlık, yoksulluk, cehalet, sefalet, din sömürüsü tam kadro halinde oradalar. Üç çeşit din var. Bugünden farklı olarak bir de kölelik var; sizin anlayacağınız, zaman bir çıt daha kötü. Kızımızın hayatına ipotek koyanları üç grupta toplayabiliriz: köle - hayır canım Kunta Kinte değil - Davus, Hypatia'nın öğrencilerinden birisi ve geleceğin valisi Orestes, ve Hypatia'nın diğer bir öğrencisi ve geleceğin piskoposu Synesius.

Köle Davus, öncelikle adı üstünde 'köle' zaten. Kölelik dediğin şey, sabahın 5'inde 6'sında hastanede kuyruğa girmek. Hıı? Bu nerden çıktı ya? Ayy, pardon elimden kaçmış, bu kölelik tarifi, kendisi de eskiden Kunta Kinte olan civanım delikanlıya aitti. Gerçek anlamda köleliği tarif etmeye gerek yok, ama ben yine de bir örnek vereyim. Diyelim sahibinin huzurundayken kölenin kakası geldi, efendisi izin vermeden kakasını yapamaz; tabi bu doğaya aykırı bir şey. Yaparsa, ki eninde sonunda bu olacaktır, sahibi kakayı, hatta kendi kakasını ya da çok sevgili köpeğinin kakasını dahi köleye yedirebilir (bakın 'kesin yedirir' demiyorum, bu 'sahip'ten 'sahip'e değişir). Böyle bir durumda kölenin 'Yok daha neler!' diye itiraz hakkı yoktur. Neyse, gelelim köle Davus'a.

Aslında çok zeki. Hıristiyanların tek tanrı söylemine aklı yatıyor. Hele, sonradan aziz ilan edilecek olan bir hıristiyan vasıtası ile açlarla evsiz barksızlara ekmek dağıttığı an, öğretildiği üzere 'Tanrı senden razı olsun' diyen kalabalıklar karşısında ekseni iyice kayıyor (bu arada dağıttığı ekmek kendisine ait olan ekmek değil; kimin malını kime veriyorsun sorusu hıristiyanlıkta önemini yitiriyor galiba) ve artık İsa'nın gerçek bir askeri olduğuna inanıyor. Bu arada, kızımıza, yani sahibesine aşık. 'Göklerdeki babamız' diye başlayıp, kızımızı kimselere yar etmeme ricasını dua dilekçesine ekledikten sonra, bakar ki kızımız evlenmiyor, bunu hıristiyan tanrının varlığına ve gerçek tanrı olduğuna kanıt sayar. Bir düşünün, tanrı gerçekten de her inananının her isteğini bizzat yerine getirseydi... Her bir inananın yürekten dilediği minimum bir şey, diğer inananlardan en az birinin kesinlikle olmamasını dileyeceği bir şey olacağına kalıbımı basarım! (Bkz. şekil 1 A- memleketin hali). Böyle olunca da, tanrının hangi birimizin dileğini yerine getireceği konusu içinden çıkılmaz bir hal alırdı. Kızımız, özgür iradesiyle kendisini kocaya, çoluğa çocuğa vereceğine, bilime adama kararını vermiş, olay bu kadar basit. Bu noktada 'Eh be kardeşim, senin 'çok zeki adam' anlayışın buysa...' dediğinizi duyar gibiyim. 'Aşkın gözü kördür' yanıtıyla selamlıyorum sizleri :))

Hazır herhangi bir tanrının gündelik hayatımıza el atması bahsi açılmışken, filmin dönüm noktalarından birine de değinmemek olmaz. Hıristiyanlar, paganlarca kutsal sayılan Agora'da toplanıp, pagan tanrıların heykellerine domates, çürük yumurta atarlar. Sonra, ellerini kulaklarına dayayıp, heykellerden yani pagan tanrılarından 'Acı var mı, acı?' sorusuna yanıt beklerler. Bir ses, işaret ya da kendilerince ne tarz bir şikayet bekliyorlarsa, gelmeyince ''Hiç bir şey duyamadık'' diyerek saldırıya ve yok saymaya devam ederler. Tabi, bu yaklaşımın, dördüncü yüzyılda, paganları çileden çıkardığını söylemeye gerek yok. Ha, bu arada günümüzde göğe doğru domates, çürük yumurta atılıp, tanrıdan ne bileyim bir şimşek olsun, Katrina kasırgası olsun, ya da bari bir bulut olsun, bekleyen çıkar mı, çıkar. Neyse canım, bu hıristiyanların sorunu... Çileden çıkan paganlar, bu saygısızlığa son vermek adına Agora'ya gidip, sonunda 'Tanrı bizimle!' ve 'Paganlara ölüm!' çığlıkları atan hıristiyan güruhundan canlarını kurtarmak için kütüphaneye kapandığında, filmin, bana göre, en vurucu repliklerinden biri gelir:

''Bu kadar çok hıristiyan ne zaman oldu?''
Muhtemelen yıllar sonra, hıristiyanlar da sormuştur:

''Bu kadar çok müslüman ne zaman oldu?''
Paganlardan binlerce yıl, hırıstiyanlardan yüzlerce yıl ve en nihayetinde müslümanlardan belki onlarca, belki yüzlerce, belki de binlerce yıl sonra,

''Bu kadar çok sayntolog (scientology'e inanan) ne zaman oldu?''
diye sorulmayacağının garantisini kim verebilir ki?

Bu olayın neticesinde, daha düne kadar çoğunlukta olan, günün azınlığı, yani 'asi'leri, paganlar, İmparator Augustus tarafından affedilirler. (Tarihten dersler -1: ne yaparsan yap, azınlığa düşme). Ancak kütüphaneye bir daha girmeleri yasaklanmıştır ve hıristiyanların burayı 'uygun gördükleri bir biçimde' kullanmalarına izin verilmiştir. Cahil ve din odaklı 'çoğunluğun', 'insanlığın bilgeliğinden geri kalan tek şeyi' nasıl kullandığını tahmin edersiniz diye düşünüyorum.

Sadece yahudilerin ve hıristiyanların ibadetine izin verilen İskenderiye'de paganların birçoğu - mecburen - hıristiyan olmuştur. Tıpkı dünya bir toz bulutuykenden beri kızımıza aşık olan ve bunu ilan eden Orestes gibi. O, artık validir ve fakat kızımıza beslediği büyük aşkın başına dert açacağından haberi yoktur. Bu dönemde parabolaniler (İsa'nın askerleri olduklarını düşünen bir kısım hıristiyan) kendilerini, sokaklarda hıristiyanlık ahlakının takibiyle görevlendirmişlerdir. TCK yasa tasarısıyla getirilmek istenen ve İran'daki 'ahlak polisi' kavramının, taa 4. yüzyılda bir hıristiyan uygulaması olduğu bilinse, neler olurdu? Acaba civanım delikanlı yine '(Batıdan) Maalesef değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık.' der miydi diye meraklanıyorum; ne yapayım elimde değil.

Bir süre sonra, 'Ya benimlesin, ya diğeri' mantığının yüzyıllar önceki temsilcisi olan İskenderiye hıristiyanlarına yahudiler de batmaya başlar. Önce onlar yahudilere taşlarla saldırırlar. Sonra yahudiler bu saldırıya karşılık verdiğinde, hıristiyan piskopos buyurur:

''Bunu yapanlar tanrı, sevgi, dindarlık nedir bilmezler.''
Son sekiz yılın söylemleriyle benzerliğinden, yemin ediyorum, hasta halimle öyle bir püskürdüm ki, ardından bir öksürük krizi, ağız, yüz, göz dağıldı bende. Allahın sopası yok ki vursun, işte böyle yapar adamı, diye düşünmedim değil hani :) Benim püskürmem hiç önemli değil de, filmde katliam başladı. Aklı başında bir bilim insanı olan, aynı zamanda meclise danışmanlık yapan Hypatia hariç hiçkimse, 'farklı' olanların yaşam hakkının gasp edilerek 'dönüşü olmayan bir yola girildiğini' yüksek sesle dillendirmez. Halbuki bence, bu farkındalık bireysel olduğu kadar, toplumsal bir sorumluluktur. Ama, 'çoğunluk' olanlara göre, 'azınlık' olanlar da çoğunluğa dahil olmalıdırlar, çünkü bu zaten 'an meselesidir'! (Tarihten dersler 2- tarih tekerrürden ibarettir. Bkz. şekil 2 B - memleketin hali.)

Hani demiştim ya, Orestes'in büyük aşkının başına dert açacağından haberi yok, diye; işte İskenderiye'ye bu kurgulanmış kargaşa hakimken, hıristiyan çoğunluktan Hypatia aleyhine sesler yükselmeye başlar. Bu seslerin en keskini, halkı en tahrik edicisi piskoposunkidir. Sonucunda Hypatia eşittir cadı şeklinde bir denklem ortaya çıkar ve Orestes yıkılır.

Bu arada, kızımızın diğer öğrencisi Cyrene piskoposu Synesius İskenderiye'ye arabulucu göreviyle dönmüştür. Hypatia, Orestes ve Synesius, kızımız açısından son derece kritik bir buluşma gerçekleştiriler ve o gün, idam ipi, işi dolayısıyla at gözlüğü takan Synesius tarafından Hypatia'nın boynuna geçirilmiştir, diyebiliriz.

Davus'a gelince, günümüzün sınıf atlamaya çalışan, bir yandan da hala vicdan sahibi bir tipleme. Vicdan sahibi demek, ona göre hareket ediyor demek değil elbette. Cahil ve kızgın kalabalıkların bilimin değerini hiç kavrayamamış olmasına, daha bir köleyken bile aşağılayan bakışı... Kendinden daha zavallıların minnet ve saygı dolu tavırlarının da etkisiyle oluşan bir yücelik hissi... Aklını kullanmayı becerdiği için 'sürü'nün lideri konumunun getirdiği 'eşitlerin arasında daha eşit' olmanın dayanılmaz hafifliği... Vicdanına rağmen bile bile ladesi... Aslında, tüm bunların geri planında kölelik kaderine isyanı, hıncını çıkarması... Ve herkes gibi, birine aşık olması...

En kısa zamanda seyredile ve insanlık namına hicap duyula...












AGORA (2009)

Yönetmen: Alejandro Amenabar

Oyuncular: Rachel Weisz (Hypatia), Max Minghella (Davus), Oscar Isaac (Orestes), Rupert Evans (Synesius)





Comments (2)

Bir sinemasever olarak aslinda böyle filmler üzerine yazilan yazilari okumak cok hosuma gidiyor. Herkesin seyrettigi film, gözlere göre fark ediyor. Ve bayiliyorum buna, Woody ALLEN filmlerini yillar önce hic sevmezken, onun bir filminin üzerine yazilan yaziyi okuduktan sonra tam bir Woody ALLEN hayrani oldum.

AGORA filmini videocuda ariyacagim. Az sonra gidiyorum.

Woody Allen'dan en son Vicky Christina Barcelona'yı seyrettim. Ondan önce de Cassandra's Dream.

Hayranı olduğumun farkında değildim, ama filmografisine bakınca şimdi, çoğu filmini severek seyretmişim. Hele Radio Days ve The Purple Rose of Cairo ne güzel filmlerdi!