Manti pite mantiladım...
Posted by avni engullu | Posted in Avni Engüllü, Ramazan, Tarih, Yakın Kültürler | Posted on Perşembe, Ağustos 19, 2010
Bana eskileri hatırlatan bir tekerlemenin ilk mısrasıdır bu...
Başlığı yazarken sesli okudum. Odada televizyonu seyreden eşim devam etti:
Bu mısralar bir anlığına olsa bile onu geçmişe, oradaki eski Ramazanlara taşıdı. Artık hep o eski Ramazanları hatırlatarak Ramazan gelir! Genelde olayların, yaşantıların hep yenisi makbuldür. Oysa yaşanan eski Ramazanların daha anlamlı olduklarını gösterir. Belki de yaşları itibariyle eskilere, eskimeye yüz tutmuş olanlara bu böyle gelir... Gelmektedir...
Buraya alınan bu Ramazan tekerlemesi Üsküp ağzıyla verilmektedir. Ramazanda ilk sahura, mantının hazırlandığının bir hatırlatmasıdır ilk iki mısra. Aslında bunun, birçoğunun bildiği pideyle bir alakası yoktur. Bura ağzında börek karşılığı olarak kullanılan bir sözdür pite! İkinci mısrada Üsküp ağzında 'ı' ünlüsünün 'i', son mısrada da 'ö' ünlüsünün 'ü' ünlüsüne dönüştüğü görülmektedir. Bir de mantının yapılış biçimi için özel bir eylemin kullanıldığı gözlenmektedir. Hazırlamak yerine Üsküp’te halk ağzında mantilamak vardı. Mantıya biçim vermek işine sadece Üsküp’te mantilamak dendiğini söylemek zordur. Herhalde başka yerlerde de kullanılmaktadır bu sözcük.
Ramazanlarda çocukların ağzında dolanan bu tekerlemenin bir bakıma devamı olan bir dörtlüğü de şöyledir:
Sizse 'sadece kolları mı' diyeceksinizdir herhalde!
Üsküp’te 1930’lu yıllardan sonra gelen 1950’li yılların göçleri Türklerin dağılmasına yol açtı. Türklerin evlerine yerleşen Arnavut, Boşnak aileleri, kalan Türk ailelerle birlikte bu geleneği sürdürenlerdi. Tarihteki beraberlikten olacaktır, bu kültürün yabancısı değildi onlar. Üsküp’e yerleşen bu ailelerin çocukları, şehir kültürünün başta gelen öğesi Türkçe’yi çabuk öğrenerek, bu dile bağlı gelenekleri kalan Türklerle beraber Türkçe yaşattılar.
1962 selinden hemen sonra, 1963 depremi bu kültüre ikinci bir darbeyi indirdi. Türk aileleri ve ortak kültürün diğer toplulukları yeni bir dağılmayla karşı karşıya kaldı. Bu sefer daha önceleri toplu mahallelerde beraber olanların, kurulan yeni semtlere dağıtılması yaşandı. Bu aynı zamanda oturmuş bir kültürün dağılması anlamına geldi.
1963 yılına kadar hissedilen Türkçe, deprem sonrası her geçen yıl daha bir hissedilmez oldu. Eski mahallelerde öbek öbek kalan ailelerin çocukları, 1970’li yılların ortalarına kadar, eski Ramazan kültürünü yaşatmakta bocaladı. Ancak pek fazla dayanamadı. Diğer etkilere yenik düştü.
Mahallemizde Çubuk Adem, Şişko Ulvi, Zevzek Necati, Kara Recep, Kâzo, Leme Fadil, Avidan, Cavidan, Melko, Bedo, Cevo, Melek ve adlarını hatırlayamadığım çocukluk arkadaşlarım gibisinden, çocuklar arasında bile o eski Ramazanları yaşatacak kişiler kalmadı.
Şimdiki semtler, eskiye ters düşen bir kentleşme anlayışı içinde oluşturuldu. Çocukların birbirlerini iftar sonrası oyuna çağırmalarında söyledikleri:
Üsküp’e kıyasla Kalkandelen, Gostivar, Struga, Ohri’de bugünün Ramazanlarında eski Ramazanların nesinin yaşadığını bilen dile getirir belki. Makedonya’da Türklerin toplu yaşadıkları yerleşim yerlerinde, Ramazanlar, çocukluğumuzun tadıyla devam ettiriliyor mu bilemeyeceğim. Bu konu üstüne pek duramadım, maalesef. Yazımı bütünlerken, semtimizi bitişiğindeki Dijon gecekondu mahallesinden sahur davullarının sesi gelmeye başladı. Doğu Makedonya köylerinde yer yer züfürcü (sahurcu) davullarının sesi işitiliyorsa da, Üsküp’te bu geleneği hatırlamıyorum. Ancak 1950’li yılların birinde Gazi Baba tepesinden gelen son Ramazan topunun sesi kulaklarımda hâlâ!
Neyse sözü fazla uzatmadan, davete uyup sahur sofrasına geçeyim. Mutfaktan gelen kokuya bakılırsa hanım ve misafir gelen kızım sahura manti mantiladilar...
Başlığı yazarken sesli okudum. Odada televizyonu seyreden eşim devam etti:
Ramazani karşiladımSonra da hafiften gülümsedi.
Yan kandil yan,
Sün kandil sün.
Bu mısralar bir anlığına olsa bile onu geçmişe, oradaki eski Ramazanlara taşıdı. Artık hep o eski Ramazanları hatırlatarak Ramazan gelir! Genelde olayların, yaşantıların hep yenisi makbuldür. Oysa yaşanan eski Ramazanların daha anlamlı olduklarını gösterir. Belki de yaşları itibariyle eskilere, eskimeye yüz tutmuş olanlara bu böyle gelir... Gelmektedir...
Buraya alınan bu Ramazan tekerlemesi Üsküp ağzıyla verilmektedir. Ramazanda ilk sahura, mantının hazırlandığının bir hatırlatmasıdır ilk iki mısra. Aslında bunun, birçoğunun bildiği pideyle bir alakası yoktur. Bura ağzında börek karşılığı olarak kullanılan bir sözdür pite! İkinci mısrada Üsküp ağzında 'ı' ünlüsünün 'i', son mısrada da 'ö' ünlüsünün 'ü' ünlüsüne dönüştüğü görülmektedir. Bir de mantının yapılış biçimi için özel bir eylemin kullanıldığı gözlenmektedir. Hazırlamak yerine Üsküp’te halk ağzında mantilamak vardı. Mantıya biçim vermek işine sadece Üsküp’te mantilamak dendiğini söylemek zordur. Herhalde başka yerlerde de kullanılmaktadır bu sözcük.
Ramazanlarda çocukların ağzında dolanan bu tekerlemenin bir bakıma devamı olan bir dörtlüğü de şöyledir:
Ramazanın ilk gecesiBuradan pilavın da gelenekselliği ortaya çıkmaktadır. Ancak böreksiz bir sahuru düşünmek mümkün değildi. Şimdi bunu hatırlarken kadınlarımızın kollarının ne kadar kuvvetli olduğuna şaşmadan kalabilir mi insan?...
Yandi pilâv tenceresi
Yan kandil yan
Sün kandil sün...
Sizse 'sadece kolları mı' diyeceksinizdir herhalde!
Üsküp’te 1930’lu yıllardan sonra gelen 1950’li yılların göçleri Türklerin dağılmasına yol açtı. Türklerin evlerine yerleşen Arnavut, Boşnak aileleri, kalan Türk ailelerle birlikte bu geleneği sürdürenlerdi. Tarihteki beraberlikten olacaktır, bu kültürün yabancısı değildi onlar. Üsküp’e yerleşen bu ailelerin çocukları, şehir kültürünün başta gelen öğesi Türkçe’yi çabuk öğrenerek, bu dile bağlı gelenekleri kalan Türklerle beraber Türkçe yaşattılar.
1962 selinden hemen sonra, 1963 depremi bu kültüre ikinci bir darbeyi indirdi. Türk aileleri ve ortak kültürün diğer toplulukları yeni bir dağılmayla karşı karşıya kaldı. Bu sefer daha önceleri toplu mahallelerde beraber olanların, kurulan yeni semtlere dağıtılması yaşandı. Bu aynı zamanda oturmuş bir kültürün dağılması anlamına geldi.
1963 yılına kadar hissedilen Türkçe, deprem sonrası her geçen yıl daha bir hissedilmez oldu. Eski mahallelerde öbek öbek kalan ailelerin çocukları, 1970’li yılların ortalarına kadar, eski Ramazan kültürünü yaşatmakta bocaladı. Ancak pek fazla dayanamadı. Diğer etkilere yenik düştü.
Mahallemizde Çubuk Adem, Şişko Ulvi, Zevzek Necati, Kara Recep, Kâzo, Leme Fadil, Avidan, Cavidan, Melko, Bedo, Cevo, Melek ve adlarını hatırlayamadığım çocukluk arkadaşlarım gibisinden, çocuklar arasında bile o eski Ramazanları yaşatacak kişiler kalmadı.
Şimdiki semtler, eskiye ters düşen bir kentleşme anlayışı içinde oluşturuldu. Çocukların birbirlerini iftar sonrası oyuna çağırmalarında söyledikleri:
Tepside tatlitekerlemesi bile bana Ramazan iftarlarında annemin 'yufkalı paça'sı kadar çok uzaklarda bir yerde. Ramazan buluşmaları otuz gün aralıksız, yatsı sonrası devam ederdi. Analarımız bizleri zor eve toplayabilirdi. Şimdi kimileri, hâlâ anlam veremediğim, bir tek yılbaşı gecesine sevinmektedir. Oysa biz, eski Ramazanların çocukları, otuz gün bu geç kalmaların anlamlı olanlarını yaşadık.
Tepside tatli
Çikarınız Avni’y
Kıracaksık kapiy...
Üsküp’e kıyasla Kalkandelen, Gostivar, Struga, Ohri’de bugünün Ramazanlarında eski Ramazanların nesinin yaşadığını bilen dile getirir belki. Makedonya’da Türklerin toplu yaşadıkları yerleşim yerlerinde, Ramazanlar, çocukluğumuzun tadıyla devam ettiriliyor mu bilemeyeceğim. Bu konu üstüne pek duramadım, maalesef. Yazımı bütünlerken, semtimizi bitişiğindeki Dijon gecekondu mahallesinden sahur davullarının sesi gelmeye başladı. Doğu Makedonya köylerinde yer yer züfürcü (sahurcu) davullarının sesi işitiliyorsa da, Üsküp’te bu geleneği hatırlamıyorum. Ancak 1950’li yılların birinde Gazi Baba tepesinden gelen son Ramazan topunun sesi kulaklarımda hâlâ!
Neyse sözü fazla uzatmadan, davete uyup sahur sofrasına geçeyim. Mutfaktan gelen kokuya bakılırsa hanım ve misafir gelen kızım sahura manti mantiladilar...
Comments (0)
Yorum Gönder