Aşk işte bu ya!

Posted by Dilek ALTUN GENÇALP | Posted in , , , | Posted on Çarşamba, Ağustos 25, 2010

Kendime söz vermiştim, tatile çıkınca ne gazete okuyacaktım, ne de televizyon seyredecektim. Her ikisini de başarıyla yerine getirdim. Gezilerin keyfini kaçıracak, 'Nolucak bu memleketin hali?' sorusunu aklıma getirecek tek bir olayla bile ilgilenmedim. Ne de olsa, tatil-gezi-eğlence bir gün bitecek, ve hayatın gerçekleriyle yine karşılaşacaktım. Nitekim öyle de oldu. Tatilden döndüğüm gece, sabaha karşı çalan telefon ve gelen haber, 'hayatın gerçeklerini' fazlasıyla hatırlattı.

Hayatın gerçeklerinden bir an olsun kaçmak için en iyi yol hangisidir diye sorsalar, tercihimi film seyretmekten yana kullanırım. Film, ama nasıl film? Özellikle bugünlerde romantik komediler. Hazırsanız, başlıyorum anlatmaya.

Film en bayıldığım görüntüyle başlıyor:
Arkası azıcık açık ve atkılı, öpücük burunlu, ince topuklu bir çift ayakkabıya eşlik eden ince ayak bilekleri...
Kendinden emin adımlar...
Yerdeki sonbahar yapraklarının savrulmasına yardımcı olan rüzgar...
Sonbahar yaprakları ve rüzgar olmasa da olur da, o ayakkabılarla düzgün yürümek, içe ya da dışa doğru basmamak, leylek gibi ya da zıplarmış hissi vermeden yürümeyi başarmak...
Çok zor, hatırlıyorum; ama başarınca da çok güzel görünmüyor mu? Kullananlara soruyorum, seyredenlere değil ;-))

Boston'dan Anna var. Ve, boy frenki (RTÜK'ü kızdırayım azıcık) Jeremy. ''Neden sizi seçelim?'' sorusuna maruz kaldıkları için öylesine mutlular ki! Verdikleri yanıtlardan nasıl da hazırlanmış olduklarını anlıyor insan. Efendim? Yok, yok, hayır; iş görüşmesinde değiller. Altı üstü bir daire alacaklar. Emlak şirketi de, haklı olarak tabii, soruyor, daireyi neden size satalım, diye. Elbette parasını ödeyecekler ama, anlaşılan bu yeterli gelmiyor Amerika'da, bazen bazı binalardan daire almak, ya da kiralamak için. Bir an aklıma, oturdukları sitelerin havuzuna haşemalarıyla girmeye çalışan yurdum gerçeği gelse de, kafamı hızlıca sallıyorum; defediyorum kötü gerçekleri.

Boston'dan Anna, boy frenki Jeremy'nin evlenme teklif edeceği günün sonunda geldiğine inanır; ama işler beklediği gibi gitmez. Diz çökerek, o 'özel' sorunun bir türlü sorulmayacağını düşünerek, çok eskilere dayanan bir gelenekten de yararlanarak, işe el koyma kararı verir. Ve medikal bir kongreye katılacak olan boy frenkinin arkasından, Dublin yolları taştan, sen çıkardın beni baştan, diyerek İrlanda'ya doğru yola koyulur. Normalde direkt uçuş olmasına rağmen, bir türlü direkt ulaşamaz Dublin'e. Boston - Cardiff (Galler) - Cork (yerine Dingle) -birkaç ara duraktan sonra Dublin rotasını izler. Uçaktan itibaren başlayan ve günlerce peşini bırakmayan her türlü aksiliğe rağmen, pes etmez Boston'dan Anna. Tabii ki bu aksiliklerin hepsi, beni biraz olsun güldürmek için yaşanır; ve hedef tam onikiden vurulur. Sinirlerim gerildiğinden midir nedir, çok güldüm. Hatta, ilk izlediğimden daha fazla güldüm gibi.


Tanık olduğumuz ilk İrlanda görüntüsü, Dingle sahili ve üst üste dizilmiş, usta eller tarafından kesilmiş hissi veren taşlardan meydana gelen yüksek refüjlü yol, birer ikişer katlı köy evleri. Ve şakır şakır yağan yağmur. Sonraları dar asfalt yolları, yemyeşil dağları, tarihle iç içe geçmiş tepeleri, gölleri de gözlerimize ziyafet çekecek. Buralara hemen gidip görmek istetecek kadar sakin, el deymemiş. Aklıma Karadeniz'in doyumsuz güzelliklerini, yaylalarını, derelerini getiriyor. Hemen ardından, bir dereciğin üzerine kurulmasına 'gık' çıkarmadığımız bilmem kaç tane HES (hidroelektrik santralleri), hayalimdeki manzaranın içine ediyor! Kafamı hızlıca sallıyorum yine; anladınız siz beni...

Boston'dan Anna ve Dingle'dan Declan'ın diyaloglarından olaylara bakış açılarını anlıyorum. Ve - zaten aklımda olan bir soru - kafama dank ediyor: neyi neden istediğimizin farkında mıyız acaba? Sanırım bir örnekle açıklasam daha iyi olacak. Filmden bir sahne: Boston'dan Anna'nın her türlü tersliğe, zorluğa rağmen boy frenki Jeremy'e ulaşmaya çalışmasını gören Dingle'dan Declan:

- Özel bir tarafı olmalı.

Boston'dan Anna, ilk anda anlamayarak sorar:

- Kimin?

Kimden bahsedildiğini anladıktan birkaç saniye sonra verdiği yanıt:

- O bir kardiyolog.

Ne demek istediğimi şimdi daha iyi anladınız mı? Evlenmek istediği adamın kendisi için ne ifade ettiğini bilmeyen bir karakter var karşımızda. Hani bazı olaylar için deriz ya, 'bu sadece filmlerde olur'; bu konu özelinde çok da emin değilim açıkçası. Ben, aşkımın neden çok özel biri olduğunu biliyorum, ve söyleyebiliyorum. Ya siz, karınızın, kocanızın, sevgilinizin, sizin için neden o kadar özel biri olduğunu hemen söyleyebiliyor musunuz? Eğer yanıtınız 'hayır' ise, lütfen üzerinde düşünür müsünüz? Bu konu, çok ama çok önemli. Belki filmden bir replik ilham verebilir:

''Belki asla yalan söylemezsin,
çalmazsın
ya da aldatmazsın.
Ama, eğer çalmak zorunda kalırsan
benim kederimi çal.
Eğer yalan söylemek zorunda kalırsan,
hayatımızın her gecesinde benimle söyle.
Eğer aldatmak zorunda kalırsan,
lütfen ölümü aldat.
Çünkü
sensiz bir gün bile yaşayamam.''

Son olarak, filmin, bence, bağıra çağıra ''işte aşk!'' dedirten sahnesinde çalan, ezelden beri sevdiğim şarkıyı buradan dinleyebilirsiniz.
Bayanlar, baylar; The Mamas & the Papas sizin için söylüyor: Dream a Little Dream of Me!
                                    

<a href="http://video.msn.com/?mkt=en-us&amp;from=sp&amp;fg=MsnEntertain%0Ament_MoviesTrailersGP2_a&amp;vid=6f0f462a-3bde-42d4-86a6-367be6a57d3d" target="_new" title="'Leap Year' Trailer">Video: 'Leap Year' Trailer</a>


Leap Year /Aşka Yolculuk (2010)

Yönetmen: Anand Tucker

Oyuncular: Amy Adams (Boston'dan Anna), Matthew Goode (Dingle'dan Declan), Adam Scott (Anna'nın boy frenki), John Lithgow (Anna'nın babası, ve seyredenler bilir Dexter'ın 'Üçlemeci Katil'i)


Comments (0)